Tezkire, kelime anlamıyla "zikredilen, zikri geçen" anlamına gelen tezkire, kişilerin biyografisini çeşitli yönleriyle subjektif veya objektif ele alan eserlerdir.Tezkireler ilk kez İran edebiyatında ortaya çıkmıştır.Bu eserler mensur yazılmakla birlikte içinde manzum kısımların yer aldığı tezkireler de vardır. Tezkireler bugünkü edebiyat tarihlerinin ve şiir antolojilerin yerini tutmaktadır.
Türk Edebiyatı'nda tezkire yazma geleneğinin temeli Ali Şir Nevaî'nin Mecâlisü'n-Nefâyis adlı eserine dayanır. Türk Edebiyatının ilk tezkiresi budur. Türk Edebiyatı'nda sırasıyla 16. yüzyılda Sehi Bey, Latifî, Âşık Çelebi, Hasan Çelebi, Ahdî ve Beyanî; 17. yüzyılda Sâdıkî, Riyâzî, Fâizî, Rızâ, Yümnî, Asım ve Güftî; 18. yüzyılda Mûcib, Safâyî, Sâlim, Beliğ, Safvet, Râmiz; 19. yüzyılda da Fatin gibi belli başlı tezkire yazarları mevcuttur. Bunların dışında da yazılmış çok sayıda tezkire mevcuttur.Tezkire klasik türk edebiyatı şair ve yazarların şiirlerini ve hayatlarını kapsayan edebiyat antolojisi görevi gören bir kitaptır.
İlk tezkire Sehi Bey'e ait olup Heşt Behişt ismini taşımaktadır. Bunun dışında Latifi tezkiresi, Ahdi'nin Gülşen-üş Şuara isimli tezkireleri de ünlüdür.
Kaynak: Vikipedya
Heşt Behişt'te Lüleburgaz (Farsça'dan Çeviri)
3.Ketibe Dokuzuncu Destan
‘Ansızın Rumeli’de Vize hakiminden haber irişti ki, Konstantiniyye hakimi (İmparator) asker gönderip Vize vilayetini yağmalamış; burası imparatorun memleketi yakınındadır. İmparator İstanbul’un surlarla iyi berkitilmiş olduğuna güvenerek böyle küstahlık yapmıştır.
‘Ansızın Rumeli’de Vize hakiminden haber irişti ki, Konstantiniyye hakimi (İmparator) asker gönderip Vize vilayetini yağmalamış; burası imparatorun memleketi yakınındadır. İmparator İstanbul’un surlarla iyi berkitilmiş olduğuna güvenerek böyle küstahlık yapmıştır.
Sultan derhal
askerin toplanmasını emr etti ve Gelibolu boğazı’ndan geçerek Migalkara
şehrine indi… (Rumeli’de olan) Lala Şahin, Evrenos Beğ ve öteki beğler
askerleri ile sultanı Migalkara civarında karşıladılar. Sultan Lala
Şahin’i Rumeli askerlerinin büyük kısmı ile İpsala bölgesinde bulunan
Ferecük fethine yolladı; kendisi İstanbul etrafındaki kaleleri ele
geçirmek amacıyla bu tarafa hareket etti.
İlkin İstanbul’dan bir merhale
uzakta bulunan İncüğiz (İnceğiz) kalesi üzerine yürüyüp kaleyi kuşattı;
iki-üç günde kaleyi ele geçirdi, düşman askerlerini tutsak yaptı….
oradan İstanbul’a ait olan Burgaz Dağları tarafına hareket etti, orada
Burgaz kalesinin hakimi ve kale dizdarı, İncüğiz’de karşı duranların
başına gelmiş olandan ders alarak kalenin teslimi işine giriştiler; bu
arada Ferecük’i feth etmiş olan Lala Şahin askeri ile Sultan’ın yanına
gelmek üzere bu tarafa hareket etti.
İncüğiz bölgesinde İstanbul’a ait
olan Bolon (Apollunia ) denilen ve Tanrı-yıkduğı diye bilinen başka bir
kale vardı; Sultan iyi berkitilmiş bulunan bu kaleyi zaptetmek üzere bu
tarafa hareket etti; kaleyi zapt için onbeş gün çetin savaşlar verdi,
sonunda feth gelini yüzünde ki peçeyi indirdi.
Sultan ‘Tanrı bu kaleyi
yıka’ dedi ve Karadeniz’e yakın bir yaylaya çekildi, orada yüce bir
ağacın altına oturmuştu... ‘Sultan ‘altında dinlendiğim ve uğurlu bir
yerde menzilim olan bu ağaca bundan sonra ‘Devletlü-Kavak desinler’ diye
emretti...
Bu fetihten sonra çoğu raiyyet olan kale ahalisine istimalet
versin ve herkesi kendi ev ve makamında yerleştirsin diye Lala Şahin’i
gönderdi… askerlerden birinin eline ganimet olarak bir altın tas düşmüş…
onu başına geçirmiş. Rivayet ederler ki Sultan’ın emri ile üsküf
denilen başlık o zamandan adet olmuş… bu olayların olup bittiği tarih
774 (1372) yılına düşer’.
ARAŞTIRMA: Engin KOÇ
ARAŞTIRMA: Engin KOÇ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder